Dayımla öyle pek fazla anım yok. Hani yakın akraban olmasına rağmen sadece bayramdan bayrama gördüğün akrabaların vardır ya, ha dayımla biz de birbirimiz için o kontenjandan akrabalarız işte. Yine de tanıdığım ve annemin anlattığı kadarıyla dayım için "iyi bir insan" derdim rahatlıkla. Yağmur yağınca "İyi iyi, rahmet yağıyor" diyen adam bana kendimi güvende hissettirir amına koyim, öyle bir adam dayım işte, bildiğin dayı lan. Yalnız pis bir huyu var, senede birkaç kere görmesine rağmen her gördüğünde nasihatler verir bana, "Aman oğlum çok çalış, akıllı uslu ol, bu devirde kimseye güven olmaz, bak biz neler gördük" gibi. Galiba bu yüzden pek görüşmüyoruz lan dayımla ehehe, neyse.
Geçen gün bize geldi dayım, yine akıllı olmam ve çok çalışmam gerektiğiyle ilgili nasihatlerini dizdi sırf dayılık görevini yapmış olmak için. Kendi de diyordu zaten, "Oğlum ne bileyim benim aklım ermiyor, ama sen yine de akıllı ol" diye. Sonra konuyu kendine bağladı ve şikayetlerini sıraladı bana, e ne yapsın adam, yıllardır çalışmış ve açıkçası etrafımdaki insanların %90'ından daha fazla dert sahibi olduğunu söyleyebilirim, dökecek içini elbette. "Artık iş bulmak çok zor. Bak 1 ay bir yerde çalışıyorum, sonra 2 ay iş arıyorum, sonra yine 1-2 aylık bir iş buluyorum, sonra o da bitiyor, iş arayıp duruyorum. Bu şirketler anamızı belledi artık, çalışacak iş bırakmıyorlar" dedi. Her şeye rağmen iş aramak ve çalışmak zorundaydı, zira benle aynı boyda iki tane çocuğu vardı, bir de karısı.
Sonra dayım belli ki gündemden de bunalmış, onla ilgili de döktü içini bana. "Oğlum" dedi, "Görüyorsun neler oluyor. Tamam birkaç bakan rüşvet almış, var bir şeyler, ama bu adam giderse halimiz ne olacak?"
Devam etti, "Bak" dedi, "Allah'a şükür aç değiliz açıkta değiliz, eskiden öyle miydi, millet kırılıyordu işsizlikten. Neydi o bir şey fırlatmışlardı Ecevit'e, ne hale düşmüştük sonra, ama artık öyle mi?"
"Bir şey"den kastı anayasa mıydı, yazarkasa mıydı, yoksa her ikisi miydi orasını anlamadım ama devam ettim dinlemeye.
"Bak artık dış borcumuz da kapandı, IMF'ye borcumuz kalmadı" dedi. Artık burada dayanamadım, müdahale etmek istedim, müdahale dediysem öyle ampute milli takımıyla oynanan maçta kırmızı kart gören Ayhan Akman müdahalesi değil amına koyim, dayısının yeğeni çizgisinde naif bir müdahale. "Dayı yalnız IMF'ye olan borcumuzu ödedik de çok daha fazla borçlandık dışarı" dedim. Dayım "Yok canım iç borçtur o, kalmadı dışarı öyle pek borcumuz falan" dedi. Halbuki abidik gubidik seçmeli derslere ödevler hazırlayan bir iktisat öğrencisi olarak daha geçen gün Hazine Müsteşarlığının (1) sayfasında görmüştüm şu manzarayı:

Hayır, zaten biliyordum bu durumu elbette de, daha yeni rakamı rakamına gözlerimle şahit olmuştum mevzuya. Hissettiğim çaresizliği düşünsene, gözümle gördüğümü karşımdakine kabul ettiremiyordum. "Ne desem" diye düşündüm, aklımdan "Bak dayı, bana olan 10 lira borcunu ödedin ama bu sırada komşuna 150 lira borçlandın, yani borcun çok daha fazla arttı" gibi bir örnek vermek geldi ama veremedim. Utandım benim boyumda çocukları olan adama şu örneği vermekten. Hoş, zaten "dayımdır" diye çok da zıt gitmek istemedim.
Devam etti dayım, "Eskiden işsizlikten kırılıyordu ortalık, şimdi halimiz vaktimiz yerinde neyse ki" diyordu. Dayı, Allah kitap aşkına sen beş dakika önce iş bulmanın eskisinden zor olduğunu söylememiş miydin? Benim öğrendiğim teoriyi siktir et, sen zaten pratikte o konfeksiyon atölyesi senin, şu dükkan benim iş kovalamıyor muydun yıllardır? Nasıl oluyor da bu hükümetin cari açıkla beraber en büyük ekonomik problemi olan işsizlik üzerinden başarı hikayesi anlatabiliyorsun? Üstelik kendin bizzat bunun acısını çekiyorken? Allah aşkına dayı, nasıl? Kim inandırdı seni bunlara? Kimlerin inandırdığını biliyorum elbette de, sen "nasıl" inanabildin bunlara?
Türkiye'de işsizlik Akp iktidara gelmeden önce %9-10 arasındaydı, günümüzde ise yine aynı seviyelerde çıkıyor işsizlik oranı, fakat işsizliğin aynı seviyelerde çıkmasının en büyük sebebi TÜİK'in "işsizlik" tanımını değiştirmesi ve daha az kişinin "işsiz" kategorisinde sayılmasına yol açan bir hesap-kitap uygulaması. Örneğin eskiden son 3 ayda resmi olarak herhangi bir iş başvurusunda bulunmak ve iş bulamamak "işsiz" olarak tanımlanmanız için yeterliyken, artık sadece son 1 ayda resmi olarak iş başvurusunda bulunup bulunmadığınıza bakılıyor. Her ne olursa olsun, işsizliğin AKP iktidarından öncesine kıyasla "daha iyi"ye gitmediği aşikar, üstelik daha kötü bir manzaranın üstü örtülmesi söz konusu. Fakat gelgelelim bu sorunu gözleriyle gören bir adam bile bunun tam tersini savunabiliyordu.
Neyse, dayım devam etti: "Adamı yıpratmak için neler yapıyorlar görüyorsun. Neymiş Gezi Parkıymış. Arkadaş ısrar etti, bir bakalım abi ne var ne yok orada diye, gittik. Gittik yani Cemre, gördük. Gezi'yi de gördük..." diyordu dayım yılların birikimiyle.
Güzel dayım, araştırmacı gazeteci kişiliğinle Zimbabwe iç savaşını görmeye gitmedin lan, Taksim'e gittin alt tarafı, otobüsle 20 dakika. Neyse, devam etti dayım: "Abuk subuk tipler vardı. Çadır falan kurmuşlar, parkta nöbet tutuyorlarmış. Bence oradakilerin bu ülkeyle alakası yok"
Bugünlerde boş yere yemini ve yalan örtmek adına kullanılan "Allah" lafını çok işitiyorsunuz biliyorum, ama ben siyasetçi de değilim, insan ilişkileri sayesinde mevki sahibi olmuş vasıfsız bir kodaman da değilim. İnancından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adam olarak size Allah'ım üstüne yemin ederim ki dayım bunları söyledi bana. Bu kulaklar bu lafları duydu.
Yıllarca "Başörtüsüyle devlet kurumuna girilmez!!", "Başörtüsüyle okula girilmez!" diye kendi sikimtrak coşkularını bastırmak için diğer insanları kendi düşündüğü gibi yaşamaya zorlayan ve kendisinden olmayanı aşağılık gören elitist dalyaraklardan ne farkı vardı dayımın? Bana bunu anlatsanıza lan. Lütfen bak. Tek bir fark söyleyin. Bu adam da kendisinden olmayana başka bir varlık gözüyle bakıyordu.
"Başörtülüler bana öcü gibi geliyor, başörtülü biri görünce korkuyorum" diyen Serra Yılmaz'dan, Kaybedenler Kulübü'ndeki o tonton oyunculuğuna rağmen nasıl tiksindiysem, bana bunları söyleyen adamdan da öz dayım olmasına rağmen öyle tiksindim.
Siz birbirinizin aynısıydınız.
İçiniz aynıydı, sadece görüşlerinizin istikameti farklıydı. İçinizdeki kötülüğü farklı dallara tutunarak dışa vuruyordunuz, hepsi bu.
Sizi mutlak değer parantezine alsak, dışarı aynı şey olarak çıkardınız. Orijine uzaklığınız eşit mesafede sizin amına koyim.
Devam etti dayım, "Neyse ki polis çok fazla şiddet uygulamadı, bak diğer ülkelerde neler oluyor" dedi.
Açıkçası Gezi'nin hiçbir boka yaramadığını, ülkeye zarar verdiğini falan söylese dayımla konuşabilirdim. Bakarsın belki de ben ikna olurdum, ben de gaybı bilen değilim. Fakat dayımla konuşmadım, konuşmaya da çabalamadım. Çünkü karşımda gözünün gördüğünü kalbi yalanlayan bir adam vardı. Dayımın bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmasından çok, gözüyle gördüklerini yalanlıyor olması ve inanmak istediğine inanıyor oluşu ürküttü beni. Allah'tan başka her şeyin yalan olduğunu daha bir iyi anladım ki bu düşünceye ara sıra çok fazla kapılırım, hani bazı hisleri her zaman aynı kuvvette hissetmezsin, ama bazı zamanlar çok kuvvetli hissedersin ya, öyle oldu işte.
Freud der ki, bir insanın elinden temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma vs) alırsanız, hayvana dönüşür. Bunlardan yoksun olunca insan, hayvan gibi hareket eder, hiçbir ahlak kuralı tanımaz.
Freud bu konuda yanılıyor.
İnsanların bir kısmı -belki de çoğu- aynen Freud'un dediği gibi elinden temel ihtiyaçları alındığında bir hayvan gibi hareket eder, fakat insanların bir kısmı da içindeki insanı o zaman gösterir. Bu tamamen o insanın "iyi" veya "kötü" olmasıyla alakalıdır. Freud'un hatası, kötülerin yaptığı ahlaksızlığı insanlığın tamamına genellemesidir.
Victor Frankl yahudi bir psikiyatrist ve yazardır, Nazi kampında yıllarca türlü işkenceler görmüş, karısını ve çocuklarını o kampların birinde kaybetmiştir. Fakat Victor Frankl, "İnsanın Anlam Arayışı" ismindeki kitabında özetle şunları söylemiştir: Tüm o işkenceci Alman subaylara rağmen, bir Alman subay bize hiç vurmazdı ve kendi parasıyla, hasta olan Yahudi esirler için ilaç alırdı. Aynı zamanda Naziler tarafından görevlendirilen bazı Yahudi kamp görevlileri, Nazilerin gözüne girmek için kendi milletinden olan diğer Yahudileri dövüp aşağılardı.
Victor Frankl, bir insanın bu dünyada yaşayabileceği sanırım en kötü hayatlardan birini yaşamasına rağmen şu sonuca ulaşmıştır: İnsanlar ırk olarak değil, yalnızca "iyi" ve "kötü" insanlar olarak birbirlerinden ayrılırlar ve bu yüzlerini de zor dönemlerinde daha fazla gösterirler.
Sanırım iyi dediğimiz insanların kimler olduğunu görmek için, en azından biraz zorluğa, güçlüğe ve ciddi bir karar aşamasına gelmelerini beklemek lazım.
Sanırım kendimizin iyi olup olmadığını görmek için de, zor dönemlerimizde ne yaptığımıza bakmamız lazım.
Bu hayattaki her musibetin bir anlamı var. Kötülükler ve zor koşullar, aslında "iyi bir insan" olduğunu zanneden biz gerizekalıların iş sıkıya geldiğinde ne kadar kötü olabileceğini göstermek içindir.
"Yoksa o kalplerinde maraz olanlar, Allah kendilerinin şiddetli kinlerini hiçbir zaman ortaya çıkarmayacak mı sandılar?" (2)
Kim iyidir, kim kötüdür, bunun kararını verebilecek kapasitede varlıklar değiliz.
Ancak içten içe de bir tahmin yürütürüz.
Dayıma "kötü bir insan" diyemem elbette, ama artık "iyi bir insan" da diyemem. Herkes bu kadar iyiyse, bu cehennem niye var amına koyim? Sırf Firavun için mi?
Kaynataya selamlar.
Kaynaklar:
1: Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Net Dış Borç Stoku: http://www.hazine.gov.tr/File/?path=ROOT%2fDocuments%2fKamu+Finansman%c4%b1+%c4%b0statisti%c4%9fi%2fT%c3%bcrkiye+Net+D%c4%b1%c5%9f+Bor%c3%a7+Stoku+(Ar%c5%9fiv).xls
2: Muhammed suresi, 29. ayet.
Not: Dış borcun çoğunluğunun özel sektöre ait olması, dış borcumuz olmadığı anlamına gelmez. Özel sektör tarafından alınan dış borç yine Türkiye'nin dış borcudur ve yine halka yansır. Zira özel sektör üretmek yerine, düşük faizle dışarıdan borç alır ve kendi halkına yüksek faizden borç verir. Aradaki fark yine halkın cebinden ödenir. Bu durumda "dış borcumuz kalmadı" demek veya "o özel sektör borcu, sorun değil" demek abesle iştigaldir. Özel sektör borcu nedir, ne işe yarar derseniz şunu okuyun derim: http://www.iktisatlilar.net/index.php?option=com_content&view=article&id=724:dis