Otobüs

İnşallah farkında olmazsınız.

İnsanın bir acı eşiği var ya, eğer acı eşiğimiz daha düşük olsaydı, hafif esen rüzgar bile canımızı acıtsaydı bu hayat yaşanmaz olurdu. Neyse ki belli bir seviyenin altındaki darbelerden acı hissetmiyoruz ve o sayede yaşayabiliyoruz.

Farkında olma eşiğiniz de düşük olunca öyle çekilmez oluyor işte bu hayat.

Ne kadar çok farkındalık kazanırsan, o kadar düşüyor farkında olma eşiğin. Bu da demek oluyor ki sikindirik bir cümleden çıkarabileceğiniz anlam sayısı artıyor kafanızda. Daha fazla düşüncelerde boğuluyorsunuz. Daha fazla eziyet ediyorsunuz kendinize.

Bu yüzden umarım farkında olmazsınız.

Aylar önceki bir yazıda tek vaadimin biraz tebessüm ve biraz farkındalık olduğunu söylemiştim. Size tebessüm ettirerek okuttuklarım malesef daha fazla farkında olmanıza, daha çok acı çekmenize yol açıyor. O yüzden okumayın beni demiştim, o yazıyı okuyanlar bilir.

Cem Yılmaz'ın dediği gibi İstanbul'a bakıp Yahya Kemal Beyatlı olmak da sizin elinizde, "ananı sikecem senin İstanbul" diyen köylü olmak da... Farkında olma seviyenize göre değişiyor bu, ama ne kadar dar açıdan bakarsanız o kadar mutlu oluyorsunuz. Bunu bilin, başta da söylemiştim zaten, hiç yalan söylemedim size.

Çok sevmem ben insanları. Aşırı adam seçerim. İyi bir şey değil ama elimde değil, olmuyo yani başka türlü. 

Bazen sorguluyorum, lan diyorum, o zaman niye yapıyorum ki bunu? Çoğu kötü niyetli, muhabbete bi "naber sikko ehehe"den önce "şimdi cevap da vermezsin götün kalkmıştır" diye giren aşağılık kompleksli, kendisi alışık olmadığı için yapılan her iyiliğin altında bir bokluk arayan art niyetli dalyaraklar için ne diye kendimi paralıyorum ki diyorum. Bulamıyorum bi cevap.

Yüzüne baktığımda "ölsen sikimde olmaz" diye düşündüğüm adam eğer benden uzaktaysa, gidip onun hakkını savunuyorum. Bunu neden yapıyorum bilmiyorum, yemin ederim ki bak.

He seçme imkânım olsa yine böyle biri olmayı tercih ederdim, ama çok yıpratıcı be.

Uğraşamıyorum o kadarıyla, tembelim. İsmim alfabenin ilk harflerinden biriyle başlıyo, bunun tek nedeni de babamın bana isim seçerken isimler sözlüğünün ilk harflerinde sıkılıp "aman bu olsun tamam" demesi. Ha ben böyle bi taşaktan düşmüş bi şeyim işte, aynısıyım. Korkuyorum eğer oğlum olursa ismini Adnan koyacam diye. Hayatı kararacak sonra çocuğun, Adnan ne la?

Diyeceğim o ki, bırakın beni okumayı. Siktir edin. Makbul olanı bu değil ama mutlu edeni bu.

Gece yatağa girdiğinde fosur fosur sigara yakarak gün içinde duyduğun gayet sıradan bi cümlenin aslında ne anlama geldiğini sorgulamak istemiyorsan, ki istemezsin, okuma beni.

İlkokulda hiç okul gezisini hasta olduğun için kaçırdığın oldu mu? İçin yanar böyle diğer çocuklarla ehele helele diye eğlenmek için, ama mecburen evde nane limon içersin, kaçırırsın onu. He işte, sürekli nane limon içiyor hissiyatı ile yaşamak istemiyorsan, üzerinde bi yükle yaşamak istemiyorsan, bazen dayanamayıp dolu gözlerle bi fotoğrafa sarılıp boş boş tavanı seyretmek istemiyorsan, siktir et okuma.

Sürekli geçmişi aramak istemiyorsan, daha küçük, daha habersiz olduğun zamanları özlemek istemiyorsan, geçmişte yaşamak istemiyorsan, ananı sikerim senin derhal çık bu blogdan. Senin yerin değil burası. Arabası bakımda olduğu için hayatında ilk kez otobüse binen Pelinsu kadar kel alaka biryerdesin çünkü. Kapıdan girerken şöföre "ne kadaaaaar" diye soracaksan hiç binme bu otobüse.

Küçükken okula gitmediğin günlerde, normalde seyredemediğin sabah çizgi filmlerini seyretmenin keyfini yaşardın ya, büyüyünce derse girmediğin zaman bu saf mutluluk duygusunun yerini suçluluk hissiyatı alıyor. "Hay amına koyim önemli konu işleyecektik bugün ya" diye içine dert oluyor ufaktan.

O yüzden büyüme ya, valla, bırak kal öyle.

Yoksa yüzüne kapanan kapının rüzgarı bile canını acıtır hale geliyor.

Siktir et, kalsın öyle, dağınık dursun.